Memleketime Turistik Gezi...Antakya


Herkese keyifli bir selam...

Geçtiğimiz haftalarda evlilik çatısı altın gireli tam 1 yıl oldu.
Evet nasıl geçti anlamadım, anlamadık...Evlilikten öğrendiklerimi başka bir posta saklayıp devam ediyorum :)

Hayat dostumun bana anlamlı hediyesi haftasonu Antakya kaçamağıydı.

Daha gitmeden öyle mutluydum ki...Uzun zamandır Antakya'yı ona bir masal gibi anlatmam ve saklamaya gayret ettiğim özlemim, onun bana bu sürprizine sebep oldu bence.

İnsanoğlu alzheimer hastalığına yakalandığında bile tüm hayatını unutup çocukluğunu hatırlıyor. Neden? Çünkü çocukluk hafızanın en güçlü kayıt yaptığı dönem.


Bende bu biraz daha yoğundu. Her detayı harfiyen hatırlamamı şimdilerde bana verilmiş özel bir yetenek ve şans olarak sayıyorum. İyi ki hatırlıyorum ve şükür ki hiç unutmak istemiyorum.

Hayata gözlerimi açtığım günden sonra tam 12 yıl Antakya da unutamadığım bir dönem geçirdim. Bursa'ya taşınmamızla beraber bu harika dönem kapandı. Bursa'yı sevmememi şimdi biraz daha iyi anladığınızı düşünüyorum.

İnsan memleketine de turistik gezi yaparmış! Biraz buruk olsa da böyle...

Taşındıktan sonra bir kez gidebildim. 16 yaşımda...
Aradan tam 10 yıl geçti şimdi ve ben Antakya gezimde tam 48 saatte 12 yıllık tüm geçmişimi hızlandırılmış olarak her adımımda tekrar yaşadım.

Havaş,apartmanımızı biraz geçince hemen fark edip inelim dedim. O sırada göz yaşlarımı tutmam mümkün değildi.

Esmergil apartmanı...Dönüp dolaşıp gittiğim, genelde sokakta oynayamadığım için bolca vakit geçirdiğim ev.
Giderken herşeyi bıraktığım gibi görmeyeceğimi bilsem de içimde yoğun bir umut vardı.




Ben büyüdüm ve hayat yaşlandı...O apartmanı öyle eskimiş görmek içimi sızlattı sanki.


Civara göz attım, kırtasiye malzemelerimi aldığım Şenol Kırtasiye'nin yerinde bir çiçekçi, Ivır zıvırlarını keyifle hüplettiğim bakkalın yerinde yeller esiyordu.
 Tencereyle kaynamış süt ve yoğurt aldığım bol meyve sebze satan bakkal ufak bir büfeye dönüşmüştü, göbekli kısa boylu sahibi olan ve un kurabiyesine hayranlığımın başlangıcı olan Murat pastanesinin de yerinde bir emlakçı vardı.


 İlkokula başlarken ilk gün fotoğrafımı çeken Foto Şahin'in de yerinde başka bir emlakçı vardı.

Apartmanımızın altında yer alan Oscar Fırın duruyordu ve Tüpçü.
Biberli ekmek ve katıklı ekmek içlerini indirirdim fırına sonra yapılmış mis gibi kokusuyla ellerim yanarak eve çıkarırdım...


Tüp bittiğinde tüpçüye inerdim "Bekir abi bir şişman tüp" derdim. Bekir abi komşularımızdan Vahibe Teyzenin oğluydu. Taşındıktan bir süre sonra Bekir abinin kanser olduğunu ve ondan da bir süre sonra öldüğünü öğrendik...


Apartmanın arka çaprazındaki iki katlı bahçeli evde Kadriye abla ve ailesi otururdu. Kadriye abla önceleri annemin sadece velilerinden biriyken sonra en yakın dostu olmuştu.
Hiç evlenmemiş kendisini bakımını üstlendiği yeğenine ve kendi anne ve babasına adamıştı.
Annemle olan dostlukları net hatırladığım birçok özel anımı kapsadı.
Kahvaltı hazırlayıp bizi çağırıp bahçede keyif yaptırırdı. Taptaze nane toplar ve onunla çökelek salatası yapardı. Kokusu bizim eve gelirdi. Yalancı yağ tortu yapardı tereyağı ve unla...:) Çok severdim. Bugün benzer bir tat dilime değse ben hep Kadriye Abla'yı hatırlarım.


Hasta olup okula gidemediğimde, annemin işi olduğunda ve evde yalnız kalacağım zamanlarda hep Kadriye abla'da kaldım. Ben çalışan bir annenin kızıydım...
Kadriye abla'nın yeğenlerinden beni ayırmaması en net hatırladıklarımdan. Onlara ördüğü her kazak,yelek bana da örülürdü. Masal anlatma yarışmasını kazandığımda stadyumda 23.Nisan'da yine masalımı yüzlerce
kişinin karşısında anlatmam gerekiyordu. Masala uygun olacak bir kıyafet bulamamıştık. Ve Kadriye abla kendi hayal gücüyle bana o kıyafeti dikmişti. Beni izleyip alkışlayanlar içindeydi de...



O bahçeli eve yaklaştım. Tıpkı filmlerdeki gibiydi. Terk edilmiş gibi...Bakımsız ve kimsesizdi... Çünkü Kadriye abla da kansere yakalanmış ve çok kısa bir sürede ölmüştü...

Biz taşındıktan sonra sadece Bekir abi ve Kadriye abla değildi kanserden ölenler... Yan apartmanda annemin arkadaşlarından Gizem ve Görkem'in annesi Filiz abla, Yan komşumuz Yasemin abla, annemin öğretmen arkadaşlarından Gül abla, annemin yakınen görüştüğü velilerinden Dilek teyze ve daha birçok tanıdığımız kanserden ölmüştü.

***

Annem öğretmen olduğundan okul hayatım çok hızlı başlamıştı. Önce bir kreşe gittim aslında gidemeden atıldım :) Çünkü beni bırakırlarken annem ya da ablamın arkasında çok ağlıyordum ve sonra da inat edip hiçbir oyun-uyuma-aktiviteye katılmıyordum. En sonunda atıldım. Sonra annem kendi okulunda beni erkenden anaokuluna vermek zorunda kaldı. O yüzden üniversite okur gibi anaokuluna gittim. Sonra ilkokul ve sonra da bir yıl da ortaokul. 12 yaşıma kadar Hatay Nizamettin Özkan İ.Ö.O gittim. Öğretmen kızı olmak o zamanlarda üzerime yüklenen ağır yüklerden biriydi. Çünkü bu sıfat insanın çocuk olmasına kolay kolay izin vermiyordu.


Okula girme fırsatı buldum haftasonu olmasına rağmen sanırım kurs falan vardı. Bakındım fotoğraf çektim yine hiç unutmamak için. Kantine baktım,asla kimsenin sıra olmadığı kantin. Herkesin birbirini ezerek birşeyler aldığı kantin. Sonra beyaz saçlı bir adam... Evet garip belki ama halaa aynı kantinci işletiyordu kantini. Çok yaşlanmıştı ama tanımamam mümkün değildi. Onu görmek sanki anılarıma sarılmak gibiydi.

***

İşte bu kompozisyonun en önemli karelerinden biri Büyük Antakya Oteli. Orada yaşadığımız dönemde hali vakti yerinde ailelerin sünnet ve düğün yaptıkları bir yer olarak kodlanmıştı aklımda. Oranın bir otel olduğu insanların gelip kaldığını çok sonradan öğrenmiştim :)
Çocuklar düğün, bayram sever ya bende severdim ama buradaki düğünleri ayrı bir severdim nedense...
Muzlu rulo düğün pastalarının o tadı, rakı bardağında gelen kola ve bardağa takılan limon...Heyecan verirdi.
Tabii bir de masanın üzerine çıkıp oynamalarım :)


Sürprizin ciddi bir parçası da Büyük Antakya Oteli'nde konaklamak oldu benim için. Otelin meyve tabağı jesti de ayrı bir incelikti :)

***


Okuma bayramındaki pembe fiyonklu elbisemi ve birçok bayramlığımı aldığımız Can Bebe mağazası tam yerindeydi...

***


Ufak bir anı turundan sonra kahvaltı etmek için Sultan Sofrası'nın yolunu tuttuk. Antakya'nın kahvaltıda sunulan hemen her lezzetinin bulunduğu ordövr tabağı şahaneydi.


***
Çeşit çeşit peynirlerine doyum olmayan Mera da anıları boşaltıp gitmeyenlerdendi.



Babamın dükkanı-Uğur Mobilya... Aynı Esmergil apartmanı gibi yaşlananlardandı...Özünü kaybetmeyip Mobilya ve Aksesuar üzerine işletilmesine memnun oldum.






 Resmi tatillerde İskenderun'dan gelen dayımın Kübra ve beni götürüp gezdirdiği Büyük Antakya Parkı...



Her ağacın her çiçeğin ismini anlatması, Antakya'nın meşhur simitinden alıp yarısını Kübra'ya yarısını bana paylaştırması simiti kimyon-tuza batırıp yememiz...Gözlerimi kapatıp o günleri çağırdım sessizce...





Çoraptan çamaşıra pijamadan günlük giyime kadar annemin bir dönem tüm ihtiyaçlarımı aldığı Yılmaz mağazası tam yerindeydi.
 Garson boy diye tabir edilen yaşından erken büyümüş uzun tombul iri çocukların giyindiği kategoriyi satan nadir yerlerdendi :)

***


Akşam yemeği için de meşhur Harbiye'deydik. Rutin olarak çok küçük yaşlarımdan beri gittiğimiz Hidro Restaurant'a gittik. Orada eşimle olmak yine fazlasıyla duygusaldı.




Arabaya bindiğim anda midesi bulananlardandım o yıllarda. Hatta toksam daha fena durumlarda olurdu yolda giderken. Harbiye'de Antakya'nın çok az dışında o yıllarda biraz daha fazla dışında kalıyordu doğal olarak ve ben o yolda...Ahh ahh şimdi olsa kendimi tutar yapmazdım :))



Antakya yemekleri ayrıdır tabii ama mezeleri bambaşkadır. Harbiye'de bu mezelerin en iyi en lezzetli ve en doğru halini tatmanız mümkün.


Benim en sevdiklerimden biri beyin... Birçoğunuz tadını bile bilmiyorsunuzdur biliyorum evet çok tuhaf görünüyor haklısınız. Ama çocukluğumdan bir tat benim için beyin. Ve yoğun özlem duyduklarımdan. Harbiye'de, yerinde tatmadan dönmem mümkün değildi.



Yine Harbiye'nin en meşhurlarından piliç but ızgara ve künefe...


***


Pazar sabah kahvaltımız da Büyük Antakya otelinde açık büfeydi. Ben en sevdiklerim ve özlediklerimle bu tabağı oluşturdum kendime. Külahların içine reçel fikrini de çok sevdim.



Kahvaltıyı simitle yaptım. O Antakya'nın meşhur simitiyle ve biberli ekmekle...


Kahvaltı sonrası o çok sevdiğim düğün salonuna geçtim. Eşim fotoğraflarımı çekti. Hani annemin yakasını ve çantasını kullandığım postta vardı bu fotoğraf hatırlarsınız. Aynı masada ve sandalyede yaklaşık 22 yıl sonra tek başıma poz verdim. Tuhaftı, kalbim deli gibi çarptı, bir zaman tünelinde kayboldum sanki...


***
Pazar günü "anı turumuz" kaldığı yerden devam etti :)


Market olarak o dönemde Antakya'da tek olan ve gitmekten büyük keyif aldığım bana inanılmaz büyük gelen Çarşı süpermarket...


Ablamın istemeyerek okuduğu Antakya Lisesi


Masal anlatma yarışmasını kazandığım ve tüm çocuk tiyatrolarını takip ettiğim Kültür Merkezi


Süt dişlerimi çeken ve bana ipana diş macunu hediye eden evimizin tam karşısındaki diş hekimi Mehlika hanım...:)


Birinci sınıfın sonunda okulda yapılan müsamere-okuma bayramında fotoğraflarımı çekmesi için tuttuğumuz fotoğrafçı Foto Gündüz. O hiçbir yere gitmemişti :)



Bir fotoğrafçı dükkanına sarılmak istemek gibi birşey hissettim.
Unutmadım hiç de unutmamak hatta hep canlı gözümün önünde tutmak için tanıdığım her yeri fotoğrafladım. Foto Gündüzü de fotoğrafladım. Doğal bir merakla içerden biri çıktı ve durumumu utangaç bir halde açıkladım.
Antakya'nın sıcakkanlı esnaf yaklaşımı kucakladı bizi. Kısa bir hasbihalden sonra o dönemde benim fotoğraflarımı çeken kişinin şu an konuştuğum kişinin abisi olduğunu, hala bu işin başında olduğunu ve o gün köye gittiğini öğrendim. İçeriden onun resmini gösterip bu kişi mi fotoğraflarınızı çekti deyip onaylattıktan sonra uzun zamandır görmediği dostlarını ağırlamanın çabasına düştü Foto Gündüz'ün kardeşi Mehmet abi.
Önce süvari (çay bardağında) Türk kahvelerimizi içtik daha sonra yan dükkanda Şahin Büfesinden meşhur Antakya tostlarından yedik. Şahin Büfesi de Mehmet abinin kayınbabasının yeriymiş...


***


Antakya'nın meşhur fırınlarından... O fırınlarda neler pişmez ki....



Antakya'nın karakteristik kahvaltılıklarından cara peyniri ve sürk (baharatlı,biber salçalı çökelek-küflü ve küfsüz iki farklı şekilde tüketilir)
Gelirken ne bulduysam attım çantaya, kahvaltıya beklerim :)


Yürürken başımı her kaldırdığımda portakal ağaçları görmek içimi açtı. İklimimi buldum.



Antakya titizdir, yediğine ayrı titiz...Herkesin belli bir kasabı vardır alışveriş yaptığı ve kimse öyle kolay kolay marketten sucuk alıp yemez. Kasaplarda özel yaptırır. Gördüğünüz gibi bir kasabın güneşlendirdiği sucuklar...

***

Ablam üniversitede okurken Antakya-Malatya otobüsü Tuncelililer'i beklediğimiz köşe...Hava güzel olduğunda ve beklemeye erken gittiğimizde bu apartmanın önündeki rampada işte böyle kaymak benim için inanılmaz zevkliydi :)


Evimizin tadilat döneminde, bir yıl oturduğumuz ve ilk ve tek sobalı evi yaşadığım Payaslı apartmanı...



Annemin keyifle alışveriş ettiği Uğur Akargöz mağazası...


Gezerken rastladığımız şalgamcıda hemen mola verip birer şalgam içtik, bol siyah havuçlu :)



Antakya'daki tek evliya...Habib-i Neccar
Antakya'da en bilenen efsanesi şöyledir... Habib-i Neccar döneminde Antakya'da yaygın olan inanç putperestlikmiş. Zat, Antakya'da kapı kapı gezer tevhid dinini tebliğ etmek, bir ekmek, biraz su ister ve  her kapı yüzüne kapanır. Kimse dinlemez, yardım etmez. Dağda bir mağaraya sığınır. Orada barınmasını istemeyen putperest halk tarafından kellesi uçurulur ve bedeni dağda kalır, başı şehre düşer...Evliyaların naaşları kaldırılamadığından başının bulunduğu yere camiisi ve türbesi, bedeninin bulunduğu yere de diğer türbesi yapılır.





Antakya'nın , Eski Antakya olarak adlandırılan daracık sokaklarında dolaştık. 
Yaygın soba kullanımından üzerimize is kokusu sindi :) Hatıra kalmış oldu. Sobayı bile unutmuşuz...










Daracık sokaklar ve daracık girişler öyle etkileyici ki...Çocuk aklımla idrak edemediğim parçaları birleştirdim.
Böylesine çok kültürlü bir mini şehir, ancak bu kadar dar bir yerleşimle sığabilirdi zaten. Herkes sanki bir diğerine yer açmak için küçülmüş, sıkışmış evlerine...
Saygı Sevgi Birlik Beraberlik sanki o dakika başlamış bu memlekette...


Babaannemin evi de o daracık girişli evlerden biriydi...


Bu kapı eski bir kapı mı yaşlanmış bir kapı mı?
Yaşlı bir dede gibi değil mi? Kırıklarını onarmış kendi kendine ama zaman o kırıkları yaşanmışlıkla çıkarmış saydam edivermiş sanki...

***
Hristiyanların Hac mekanı St. Pierre Kilisesine gittik fakat bakımda olduğu için yaklaşamadık.



Antakya'da adım başı görebileceğiniz kiliselerden katolik klisesini gezdik.
 Sadece kiliseler değil havra-kilise-camiyi bitişik bulabileceğiniz bir şehir Antakya. Çok kültürlü yapısına kısacık bile tanık olsanız yeterli  etkilenmek için.


Ve künefe molası da verdik tabii :)


Bu kapı tokmaklarından fazlaca gördük o sokaklarda...Dikkatli bakınca her yere bir detay saklanmıştı sanki.
Eminim bu tokmağın da bir anlamı vardı. Sizin yorumunuz ne?



***

Antakya'da son durağımız akşam yemeği için gittiğimiz Sveyka Restaurant'tı. Eski bir Fransız evi restore edilerek Restaurant haline getirilmiş. Foto Gündüz'deki Mehmet abinin tavsiyesi üzerine gittik ve çok da memnun kaldık.

Bu şirin dekora bayıldım :)


Yoğurt aşı

Mumbar

Aşur

Şam Oruğu

Halep Sarması

Vişneli Kebap

Kağıt Kebabı

Ve künefe :)


Künefeyle tatlı bir Antakya kapanışı yaptık...
Ağız tadımız hiç eksik olmasın inşallah.
Karış karış yaşanmışlık dolu memleketimden gözüm arkada ayrılmıştım yine öyle ayrıldım. Belki bir gün neden olmasın ki? Oraya dönmeyi ve yaşamayı gerçekten çok isterim.

Anne ile çocuğu arasındaki o göbek bağı kesilmiş olsa da hani etle tırnaktır ayrılmak mümkün olmaz ya, bence insanın memleketi ile arasında da böyle bir ilişki var. İlk nefesi nerde aldıysan canına can geliyor sanki orada...
Benim gibi uzun yıllar memleket hasreti yaşamış olan varsa, ömür dediğimiz kısacık...Canınıza can katmaya, içinize hatıra depolamaya memleketinize gidin...

Şimdilik sağlıcakla kalın.


Kombinim
Damask Kap&Fiyonklu Gömlek: Zden Concept
 Çizme: Shoe tek
 Çanta: Celine
 Şal: Burberry

Zehra Görgülü Ölmez











Yorumlar

Unknown dedi ki…
Ayy zehra ne guzel yazi olmus dolu dolu,ilk ucaga atlayip hataya gidesim geldi :D
sen cocuklugunu anlatirken,bende cocukluguma gittim 90'lara ne guzel gunlerdi.
Yemek kismina gelirsek ben o tabakda beyini gorunce kalakaldim, yok yaa beyin degildir diye sorgularken,gercek beyin oldugunu yazinda ogrendim;)
Ayrica birbirine bu kadar benzeyen bi cift tanimiyorum inan,cok benziyorsunuz birbirinize. Yuzunuz gibi bahtinizda acik olsun insallah.optum seni :*
Nuray dedi ki…
Zehracım harika bir post yayınlamışsın gerçekten bayıldım. Bende bir İskenderunlu olarak bu yazıyla çocukluğuma gittim ve çok duygulandım.Hatay mutfağı hakkında zaten söylenecek söz yok,sürk ve künefe vazgeçemediğim Hatay lezzetlerinden. Daracık sokaklar bana anneannemin evini hatırlattı sayende geçmişe bir yolculuk yaptım.Bu güzel post için teşekkürler,sevgiler...
Zehra Ne Söyler dedi ki…
Ahh inşallah gidersin o zaman :) Gerçekten çok güzel yıllardı daha çok insanlı daha az yapay...Beyinin tadına bakmalısın bence :) İstanbul'da Sarıhan Gusto'larda var. Valla genelde benzetiyorlar :) Cümlemizin bahtı açık olsun inşallah canım benim yorumun iyi geldi artık "beni kimse okumuyor galiba" sendromuna girmeye başlamıştım.
Zehra Ne Söyler dedi ki…
Nuraycığım ne kadar güzel ya seni memlekete götürmeyi ve biraz da olsa yaşatmayı başarabildiysem eski günleri :) Samimi yorumun için teşekkür ederim çokça sevgiler :)
Adsız dedi ki…
merhaba zehra hanım öncelikle hataylı olmasamda gezip görmek istediğim yerlerdendir hatay uzun zamandır sizi takip ediyorum hatay yazısını görünce kendimi tutamadım bir yorum bırakmak istedim ALLAH gezip, görüp fotoğraflayan ellerinize ayaklarınıza sağlık versin...
Zehra Ne Söyler dedi ki…
Teşekkür ederim, inşallah size de gitmek nasib olur. İsimli yorum bırakırsanız hitab edebilirim bu arada :) sağlıcakla kalın
nurettin dedi ki…
Çok güzel bir yer gerçekten gidilip gezilmesi künefe yenilmesi gerekiyor. Tarihi yapısıda etkileyici. Fotoğraflarla çok güzel anlatmışsınız elinize sağlık.
Adsız dedi ki…
adım mevlüde yazmamışım kusura bakmayın
Adsız dedi ki…
Zehra maşallah size.
Nice nice yıllara inşallah. Eskiye özlem duyan, 80lerden 90lardan kopupta şu kayıp milenyum çagına bi türlü adapte olamamış bana ne de iyi geldi yazın.
Daha yazının başında belliydi gözlerimin bu manzaralara karşı koyamayacağı. Geçmişin her karesi, hikayesi ayrı bir hüzünlendirdi beni. Çok duygulandım. Antakyalı değilim ama aynı heyecanı yaşattın bana da.
Seni çok iyi anliyorum çünkü değil ülke dışına çıkmayı, Kayseri dışına bile çıkmayı tahayyül edemiyorum. Bu yüzdendir kısmetleri geri çevirip evlenmeyişim:)))
Öpüyorum
Sevgiler
Hatice
emilianata dedi ki…
Çok çok güzel bir yazıyı bu, özellikle senin fotoğraflarına bayıldım:)
Famelika dedi ki…
Yazılarını tekrar okumak mutluluk verici Zehracım :) özlemişiz hakikaten :) Hatay bana göre çok özel bir şehir, gezmek görmek istediğim yerler arasında. Bu arada mezeler iştahımı kabarttı :)
Marifetli Muallim dedi ki…
yazınız çok güzel olmuş şuan antakyada yaşamayan bir antakyalı olarak memleketime gittim geldim sayenizde :) ağzımda yöresel tatlarda keyifli bir post okumuş oldum teşekkür ediyorum :)