Şehir Dışında Okumak

Hali hazırdaki yaşamımıza alışma hızımız ve bunu normalleştirme hatta olağan/olması gerekenleştirme hallerimizi düşünürken aklıma düştü bu konu.

Dün bir video izledim. Bir bölümünde video sahibesi ‘Şu an Amerika’dayız, sonrasında ne olur bilemiyorum. Eşimin işi sebebiyle buraya nasıl geldiysek yine aynı sebeple başka bir ülkeye gidebiliriz ya da ülkemize dönüş yapabiliriz’ minvalinde bir konuşma yaptı. Teslimiyeti, ait olmama hali beni etkiledi. Kaçımız belirsizliklerle yaşamayı olağan karşılayabiliyor...


 ***

Hayatımdaki en yoğun belirsizlikleri yaşadığım dönem sanırım ailemin yanından bir bavul ve su kaplumbağam ile ayrıldığım ve başka bir şehirde yaşamaya başladığım o yıllara tekabül ediyor. Yaş 19.


Konfor alanını tam manasıyla terk etmek ve bilmediğin bir şehirde, bilmediğin insanlarla hem okul,hem barınma, hem de tüm sosyal hayatında bir ritim tutturarak yol almaya çalışmak...Aynı zamanda bilmediğin ve bilmediğini bile bilmediğin, hatta öngöremediğin sayısız konu ile başbaşa kalmak. Bir miktar -genelde çok sınırlı- parayı idareli kullanarak ay sonunu getirebilmek ve okul hayatını başarı ile sürdürebilmek bu başlığın sadece görünen kısmı oluyor. 

Buraya kadar olan kısmı anlayabilenlerin yüzünde yarım dudaklı bir tebessüm belirdi şu an. Muhtemelen şehirdışında okumuş arkadaşlar...


***

Hepimizin farklı farklı öyküleri var bu süreçte. 

O ana gittiğimizde içinden çıkılmaz gibi görünen olaylar, bol karın ağrılı günler, maddi zorlanmalar, iletişim sorunları, kaygı, özlem ve bolca belirsizlik...Haydi gel bugüne şimdi. Bak bitti. Hepsi geride kaldı. Üzerinden bir fil kalktı. 


Ben bir yere ait olmayı, benimsemeyi, o alanı kısa sürede kişiselleştirmeyi çok severim. Tabii bu kendime kurduğum bir savunma mekanizması da olabilir, mekan değişikliklerine karşı...Lakin bu özelliğimle o dönemde hayli imtahan oldum. Çok yer değiştirdim. Farklı farklı sebeplerle sürekli taşınma halindeydim. Bir bavulla göç ederken sanmıştım ki ilk gittiğim yerde 4 yıl yaşarım. Öyle olmadı ve belirsizliklerle yıkandım. 


İlk yılın birinci dönemi dolmadan suyum ısınmış bir araba olay yaşayıp bu olayları nereme koyacağımı bilemeden, yeni dönem başlamadan boş kontenjanı olan ve dönem ortası kayıt alan yurtları ararken bulmuştum kendimi. 


Eee tabii o şartlardaki bir yurdu da siz hesap edin. Dönem ortası kayıt alıyor, neden cünkü boş.... Acaba neden boş? Sağlık ocağından bozma, odana giderken başını eğerek geçtiğin alçak tavanlı bir koridoru olan tuhaf bir yurt. Yolu ıssız, park etmiş kamyonların arasından yürüyerek ana caddeye çıkmaya çalışıyorsun. 

Başka yer yok. Sen bilirsin... 

Müsait oda 6 kişilik. Tek boş yatak var. 

Odadakilerin tamamı-ben dahil- vukuatlı. Dönem ortası başka kim kaldığı yerden çıkıp bu izbe yerde kalsın ki...

Kaldık...

Bir arkadaş vardı. Çorabıyla yatar, o çorapla okula gider tekrar o çorapla yatardı. Çorabın altı karton gibi olmuştu. Acaba yıkamış mıdır çorabını?


Neyse şimdi yemeklerden çıkan haşerelerden falan bahsetmeyeceğim, haa bir de ayakkabılarıyla tabakları yanyana koyan arkadaştan... 


Dersimi aldım kol altıma, ilk yılı kapatmadan kendime yeni bir yurt aramaya başladım. Tabii ki nerede ve nasil olursa olsun insanoğlu konforla arkadaş. Şartlar kırılagidiyor bende...


Otobüs durağına yakın olsun

Okula yakın olsun

Az kişilik oda olsun

Yeri merkezi olsun

Yemek dahil olsun

Kendime ait masam olsun

Çevresinde cafe,market vb. merkezi olsun.

Veeee en önemlisi tabii ki ucuz olsun:)


Buldum mu?

Buldum evet hayallerimde:) Birkaç maddeden vazgeçmem sonucunda gönlüme göre hafifte bütçeme göre bir yere kapak attım 2.senemde. 


Oda 7 kişilik:) Henüz kayıtlar başlamamıştı ve oda boşken kayıt olduğum için en azından bir yıl uyuyacağım yatağımı seçme şansım oldu. 7 kişilik odanın tek penceresinin önündeki yatağı seçtim.


Yok canım cinnet falan geçirince atlamak için değil:)Bir miktar öngörülü ve hafiften de kendimi tanıdığım için bu kalabalık odada yaşamanın en çekici yanının pencere önündeki yatak olduğunu düşündüğümden. 


Velhasıl okullar başladı,yerleştik. Yavaş yavaş kaynaşmalar falan oldu. İki kişi daha önceden tanışık oldukları için bizlere pek yaklaşmadılar. Böylece 5 kız hayli samimi olup tıkırında bir sene geçirdik. İnanılmazdı belki ama gerçekten bugün dönüp baktığımda en keyif aldığım yurt anıları orada canlanıyor. 


Odada sabah uyanıp tuvalete gidip geldikten sonra, 7 kişilik nefesin gece boyu döndüğü odaya tekrar girip nefesini tutarak üzerini giyinip okul yolunu tutmaya falan alışıyor insan. 


Biri müzik dinlerken, biri ders çalışıp, öteki arkadaşıyla muhabbetteyken, ışıklar açıkken, yarın sadece senin sınavın varken o odada uyumaya alışıyor insan. 


Çamaşır makinesi çalıştırmak için annesinden telefonda tarif alan arkadaşına şaşırıyorsun. 


Nevresimlerini değiştirmeyenlere şaşırıyorsun. 


Banyo giderinde saçlarını bırakanlara şaşırıyorsun. 


Parasının hesabını bilmeyene şaşırıyorsun. 


Her hafta sevgili değiştirip, her hafta başka birine gözyaşı dökene şaşırıyorsun. 


Üç kuruş para hesabı yapıp sigaradan vazgeçmeyene şaşırıyorsun.


Kirli-temiz çamaşırı birlikte dolabına tepene şaşırıyorsun. 


Kahve bardağı küf tutana kadar yıkamayana şaşırıyorsun. 


Derse gitmeyenlere, ordan burdan not toplayıp sınavı geçenlere şaşırıyorsun. 


Tabii sonra hepsine alışıyorsun. En çok alıştıkça öğreniyorsun. Bunlar kitaplarda yazmadı-yazmayacak biliyorsun. 


***


Bir sonraki sene için eski öğrencilerden kayıt almaya başladılar ama fiyatlar çok yükseldi. İçine yemek dahil değildi. Beni aşardı. 


Ee yine yollar göründü bana. Topla bavulu bakalım. Yurdun son gününe kadar yeni yer aradım ve aynı zamanda iş. Aa yazının başında biri belirsizliklerden mi söz etmişti....


Yazın staj gibi bir işe girersem sosyoloji gibi -malesef- iş imkanları sınırlı olan bir bölümden mezun olunca daha kolay iş bulabilirim diye minimal hesaplar yapmıştım. Hemde üç beş kazanç sağlarsam maddi olarak biraz daha ferahlarım en azından diye düşünmüştüm. 


Çalışan-öğrenci olunca yurtların çoğu kabul etmiyordu. Bu yüzden apartlara bakmaya başladım. 

7 kişilik odada, yemeksiz olarak kaldığım fiyata apartta yer buldum. Bodrum kattaydı. Yemek yoktu ama mutfak vardı. Bu iyi birşey, en azından elimden geliyordu. Ve oda iki kişilikti. İşte bu 7 kişilik bir odadan sonra ilaç gibi gelmişti. 


İnanmazsınız belki ama evlenene kadar orada kaldım. 

İş değiştirdim, mezun oldum, odama sayısız insan geldi gitti. Son zamanlarda apart çalışanları seni demirbaşa aldık Zehra diye takılırlardı. 


Kaydadeğer bir sorun yoksa yer değişikliği bana göre değildi yani. 

Oda arkadaşlarımdan biri sevgilimle fotoğraflarımı başucuma koydum diye o da kendi vesikalık fotoğrafını başucuna asmıştı. Her gün annesiyle konuşup butün gunun raporunu verirdi. 


Bir diğeri hayatinda ilk kez evden ayrilmis, calismaya baslamişti. Sifona basmiyordu. Evet yanlış okumuyorsunuz. Defalarca katta kalanlar olarak uyardik, kusura bakmayin diyerek yine öylece bırakıyordu. Yönetime şikayet ettik. Şöyle bir aciklama yapmiş, hic unutmam: ‘alismaya calisiyorum’

Yillardir zaman zaman aklima duşer o kiz ve yaptigi bu aciklama. Adini bile unuttum. Yani insanin sifona basmasiyla ilgili nasil bir alışmaya çalismaktan söz edebiliriz ki? Evinde acaba sifona basmiyor muydu? 

Simdi alişmis midir acaba sifona basmaya? Evlenmis midir?


Bir digeri banka cagri merkezinde calisiyordu. Geceleri cagri merkezi diyaloglarini sayiklardi. Başlarda korkmuştum ne yalan söyleyeyim. Bazen yükseliyordu da bayağı. Sonra alıştım. İnsan...Alışıyor. 


Bir süre de kimse gelmedi oda arkadaşı olarak. Ne büyük hazdı ama iki kişilik odada tek kişi yaşamak... 

Bir yatağı koltuk olarak kullanırdım, birinde yatardım. Bir masayı çalışmak, diğer masayı kitaplarımı istiflemek için kullanırdım. Dolapların birini yazlıklar birini kışlıklar olarak yerleştirmiştim. Söylemiştim değil mi yaşadığım alanı hemen kişiselleştiririm diye...İki kişilik hayatım kaç gün sürer belirsizdi her zaman olduğu gibi ama bu belirsizliğe bile alışmıştım artık. Bir günlük bile olsa...


Haftasonları genelde Furkan’la birlikteyiz, haftaiçi de zaten okul ve iş arasında mekik dokuduğumdan üzerine İstanbul trafiği ile aparta ulaşmam güneş batınca olduğu için bodrum katta kalmaktan pek etkilenmemiştim. Okul bitip, işsiz kalıp-iş aradığım aradığım birkaç ayda nerede yaşadığımı idrak ettim. Duvarın boyunun altıda biri kadar camı olan bodrum kat. Güneş alamayan, gece-gündüz ışık açtığın bir oda. Ve tabii belirsizlikler...Elimi kaldırmak istemezdim o günlerde...


O günlerin zihinde dönüp duran en popüler soruları: Ben evlenecek miyim? Bir evim olacak mı? Kendi mutfağım, kendi banyom...Kendi hayatım olacak mı? 


Oldu. Evet oldu tamamına tik koyalım. 

Evim ferah olsun, evim aydınlık olsun. 


İlk evim, iki sene yaşadığım bodrum kattaki apart hayata göre hayli iyiydi. 


İki sene sonra taşındığım ve şu an oturduğum evimle şu geçmişimdeki belirsizlikleri yanyana getirip uzaktan bakmak bile yetiyor şükrünü daima hatırlamak için. 

Hatırlıyor muyum? Hayır.


Çünkü insanız. Mevcut şartlara alışma hızımıza yetişmek mümkün değil. Hani ne kadar kazancın olursa o kadar harcaman olur deklemindeki basit bağlantı gibi. Kaç sekme atlarsan atla kısa süre içinde oraya ait olma hali ve bunu -zaten olması gerekendi- gibi bir olağanlaştırma, basit ve önemsizleştirme durumu içine giriyoruz. Basit ve önemsiz şeyler günün sonunda şükre çok da nail olmuyor malesef. 


Ağırlıklı olarak yaşanılan yer bazlı örneklendirmiş olsam da aslında tüm açılardan şehir dışında okumak hayata dair birçok öğretiyi içinde taşıyor. O an sıkıntılı olarak görünen birçok mesele aslında bugün bizi zihnen çok farklı noktalara taşıyor. 


Nerelerden geçtiğimizi bir tık az unutursak ve maddeden bir tık çok uzaklaşırsak yol daha berrak olacak...Buna inanıyorum. 



Zehra Görgülü Ölmez











Yorumlar