Sadeleşme ve Giyim

Sadeleşme konusunu detaylandırıp, bu yoldaki kendi serüvenimden ara ara bahsedeceğimi söylemiştim önceki yazımda. 


Peki neden giyim konusu ile başladım? Çünkü “zehra ne söyler” blogunu açmamdaki amaç moda-kombin ve alışverişlerimi paylaşmaktı. Nereden nereye geldiğimin benim için en çarpıcı örneği şu an buraya bu yazıyı yazabilmek. Birşeyleri sürekli almayı/çoğaltmayı önermekten artık almamayı/tüketmemeyi ve azalmayı önermek...


Bu çok kolay olmadı. Ama oldu, olmaya devam ediyor. 


***


Sadeleşme yolunu seçtikten sonra bütüne baktığımızda, bu çemberin en dıştaki halkalarından birinin giyim olduğunu görebiliriz. Hem geniş bir halka hemde aklımıza ilk gelen ve kalabalığı en kaydadeğer olanlardan biri, birçoğumuz için. 


Ben dolabımdan birşey çıkartmakta zorlanan biri olmadım hiç. Yani o şeyi artık kullanmıyorsam ondan çok kolay vazgeçerim. Herhangi bir bağımlılığım/istifçiliğim yoktur eşyalara karşı. Ama alım konusunda maddi imkanım olduğu sürece kendimi çok da tutabildiğimi söyleyemem. 


O yüzden benim dolabı boşaltmaktan ziyade daha fazla eğildiğim konu alımlarıma kısıtlama getirmek oldu. 


İhtiyaç dahilinde alışveriş yapmak, 1 gün giyilecek bir kıyafete bütçe ayırmadan evden ayarlamaya çalışmak, bazı günler ve gecelerde giyilebilecek tarzda değil genel giyim tarzıma uygun ürünlerden alışveriş yapmak, alışverişe giderken aklımda sadece alacağım şeye odaklanmak ve onu almak, birşeyin benzeri dolabımda varsa ya da aynı renkten aynı tarzda olan ürünleri almamak gibi kendime uyabileceğim ve beni zorlamayacak kurallar belirledim. 


Uyum sürecini detaylandırmam gerekirse; 


Beyaz tshirte ihtiyacım var o zaman sadece beyaz tshirt alacağım. O sırada mağazada indirimde olan ve benim ihtiyacım olmayan kot pantolonlara bakmayacağım, beğendiğim bir bot var şu köşede, denememe gerek yok çünkü burada olma sebebim o botu almak değil....


Bir yakınımız evleniyor. Ne giysem telaşına düşmeden önce mevcut dolabımdan ne giyebilirim sorusunu sormak gerekiyor. ‘Ama hiçbirşeyim yok’ şartlanmasından önce gerçekten bir şans vermek ve içtenlikle birkaç saat giyeceğim bir kıyafete ayırılacak geniş bütçeyi başka nerelerde kullanabilirime odaklanmak...


Genellikle spor-nadir şık bir tarzım var. Çok havalı bir topuklu bot bana göz kırptı. Yüksek bütçeyi sık sık giydiğim ve giyim tarzıma uygun spor ayakkabıya yaparken, çok daha düşük bütçeyi de ara sıra giydiğim bir topuklu bota ayırabilirim. 


Çiçekli bir elbise gördüm. Çok moda bu sezon hemde arkadaşım Merve’de de benzeri var, o da çok beğenir, bu marka için de bu fiyat kaçmaz. Hayır kaçabilir... Kaçmalı. Çünkü ben çiçekli sevmem, Merve sever. Merve’nin birkaç saatlik onayından geçmek icin neden hiç sevmediğim, tekrar giymeyeceğim bir elbise ile dolabımı meşgul edeyim ki...


Siyah şalım yok. Siyah şal almak için çok sevdiğim markanın mağazasındayım. Yeni şallar gelmiş ve çok güzel renkler var. O tarafa hiç yönelmeden, siyah birkaç farklı şal denemeliyim ve bana uygun olanı alıp çıkmalıyım. Evet çok sevdiğim indigo mavisi şalı vitrine koymuşlar, çok güzel ama bende çok benzeri var zaten... Buna ihtiyacım yok.


Bir tunik almam gerekiyor. Hangi renk olsun karar veremiyorum. Cevap net: O tuniği en fazla kombinleyebileceğim rengi almak. Bunun için mevcut ayakkabı, çanta ve pantolonlarıma bakıp bunlara en uygun ortak renk hangisi onu bulmak. Mesela krem, beyaz, haki olabilir. Böylelikle tek bir tunikle çok fazla kombin yapıp sürekli aynı şeyi giyiyormuş hissinden de kurtulabilirim. 


Fuşya pembe bir etek gördüm. Çok güzel. Piliseli, bana bu model etekler çok iyi gidiyor. Peki bu eteği neyle giyerim? Üstüne nar çiçeği bir sweat, altına beyaz sneaker çok iyi olur. İyi de bunlar bende yok. Bir etek beğenip almak istediğim için bir alışveriş listesi oluşturdum. Gerek var mı? Asla yok. 


***


Kendi içsesimin iki farklı ucunu seslendirdim ve durumu basitçe örneklendirmek istedim. 


Gelelim tekrar dolabın içindekilere... Neler var ve hangilerini sık sık severek giyiyorum ve hangilerinin varlığını, neden aldığımı ve en son ne zaman giydiğimi bile unutmuşum. Bu nokta da aslında çok belirgin. Kendimize bu soruları sorarak dolabı sadeleşmeye sokmak mümkün. 


Sadeleştikten sonrasında her yeni birşey/ihtiyaç bile olsa/ alıp dolaba koyarken içeriye şöyle bir göz atmak... Artık unutulmuş, pek de fazla giyilmeyen/kullanılmayanı hemen elemek... 

Aynı şeyi her hafta kuru çamaşırları yerleştirirken, ütülenmişleri yerine asarken, haftasonu vb. belirleyeceğiniz bir vakitte yine yapmak, kısaca bir dolaba göz atmak...


Peki elediklerimizi ne yapabiliriz? 


-Bildiğiniz ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilirsiniz. 

-Belediyeye bağışlayıp onların ihtiyaç sahiplerine ulaştırmalarını isteyebilirsiniz

-ikinci el olarak satışa sunup nakite çevirebilirsiniz

-kullanım dışı olanları da giyim geri dönüşümüne atabilirsiniz. 


Ben ağırlıklı olarak üçüncü seçeneği tercih ediyorum. Dolap uygulaması üzerinden hem kendimin hem çocukların ve hatta eve dair birçok fazla eşyayı sattım, satmaya devam ediyorum. Her eşyanın ihtiyacı olana, onu sevip, beğenen kişiye gittiğini bilmek çok iyi/tatmin edici bir his. 

Sadece satmak değil özellikle çocukların ihtiyaçlarını almak için de sık sık dolap’ı kullanıyorum. 


***


Beni zorlayan durumlardan bir diğeri de biraz psikolojik olan -belki bazılarınıza komik gelebilir- ama aynı kıyafetle fotoğraf çekilme konusuydu. 


Mesele daha önce giyip sosyal medyada paylaştığım bir kıyafetimle tekrar fotoğrafımın olmasını istememem...Ya da o kıyafetle gittiğim ortama yeniden aynı kıyafetleri giymek istememem. (İngiliz kraliyet ailesinin geliniyim sanki :)


Ahh ne çocuksu, ne basit, ne özgüvensiz, ne yüzeysel geliyor şimdi bu halim:)


Bir montum var, çok seviyorum, haki yeşil, 2016 kışında aldım. Geçen yürüyüş yaparken aklıma düştü. Hep de bunu giyiyorum ya dedim. Evet bu kış 5.yılına girmiş. Sapasağlam, herşeyini seviyorum, ee kendime de yakıştırıyorum. Gezmeye, yürüyüşe, pazara, kara, yağmura, soğuğa her yere de giyiyorum. Baktım her haftasonu yürüyüş yapıp bu montla fotoğraf bile ekliyorum. İşte şimdi oldu Zehra dedim, omzumdan pışpışladım kendimi. Evet şimdi oldu...


Hep aynı şeyleri giymem ya da hep farklı giyinmem beni başka bir Zehra yapmaz. Beni yukarı taşıyacak ya da alçaltacak ölçü giyimim olamaz. Etrafımız dört bir koldan bizi görüntümüzle tartsa da, markalarımıza göre bir ağırlık biçilmiş olsa da, her ortamda yemeği yiyen önce kürklerimiz olsa da gidişata dur demek gerek. Önce kendi gözlerimizle, bakışlarımızla, bakış açımızla dur demek....

Kıyafete bakan göz malesef içindekini kolay kolay göremez. O göz de varsın hayatımızdan ırak olsun zaten...Mühim olan kendi gözümüzü değiştirmek...


Minimalizme belli kesim “fakirlik edebiyatı” demiş. Kaba tabirle;  fakirlerin, ben minimalim ayağına aslında olmayan ‘varlık’larından feragat ediyormuş gibi bir algı oluşturduklarını...Bunu yaşayanların bir seçimden ziyade bir maddi noksanlıktan dolayı böyle yaşadıkları ve minimalizmin de bunun bir bakıma kılıfı olduğunu iddia etmişler. 


Zenginsem/Varsa neden harcamayayım? gibi bir mantık olamaz. Bu varlık/yokluk meselesinin ötesinde birşey. 

Kapitalizmin bir oyunu, hepimizi köleleştirmesi. Bunun için her yeni gün hatta her yeni saat yeni bir oyunla bizi o oyunun içine dahil edip tüketmeye köle yapmak. 


Üretilen herşeyin, bu üretim aşamalarından geçerken ne kadar suya ihtiyacı olduğu araştırılmış. 1 kot pantolon için 10.800lt , 1 tshirt icin 2500lt, 1 çift ayakkabı için 8000 lt su harcanıyor.... 

Dahasına araştırıp bakabilirsiniz. Çok çok acı verici. Sonrasında dolabınızdaki yetersiz bulduğunuz o eşyalara tekrar bakabilirsiniz. 


Çocuk işçilerin ucuz iş gücü olarak kullanıldığı ülkelerde üretilmiş ürünleri satın alarak bu tacize-sömürüye el veriyoruz. Bu haksız kazançların ortağı biz oluyoruz. 


Giyinelim, süslenelim, modaya uyalım, bir giydiğimizi bir daha görmesinler, farklı kombinler yapalım, dolaplarımız eşyalardan dolup odalara taşsın, marka takıntılarımız olsun, her sezon tek bir parça kıyafetimiz yokmuş gibi alışveriş merkezlerini talan edelim, her indirime ihtiyaç olsun olmasın en önce biz koşalım, herkes bize baksın, bizi beğensin, bizi konuşsun... 

Hayat bu kadar tüketmek için çok kısa değil mi? Duygularımızın iplerini yemek yemek, alışveriş yapmak gibi bizi sona götüren şeylere bağlamaktansa doğal yaşama dönmek, özümüze dönmek daha iyi olmaz mı? 


Mesele bulunduğumuz maddi imkanların çok ötesinde inanın. Gerçek hazlar bütün bunların çok ötesinde. 

Biraz daha anlamaya çalışmak, üzerine biraz düşünebilmek bile iyi başlangıç için yeterli. 


Üzerine daha çokça bahsedecek nokta olmasına rağmen burada bırakayım. İlerleyen yazılarla yine bu süreci anlatmaya devam ederim. 

Bu arada hep birlikte umarım biraz daha yol alabiliriz...

Ben oldum, artık bitti yok👌🏻


Zehra G. Ölmez







Yorumlar